Gerçekleri söylemenin “
ihanet” sanıldığı bir
ülkede yaşıyoruz.
Öyle bir ülke kurmuşuz ki “gerçeği” söylediğiniz zaman “hastalıklı” olduğumuzu da söylemiş oluyorsunuz.
Ve, hastalığı teşhis etmek en büyük hainlik.
“Hiç dokunmayalım, bu hastalık böyle devam etsin” diyorlar.
Bu, geçerli bir yöntem olabilirdi eğer “hastalık” her geçen gün biraz daha ilerleyip ölümcül hale gelmeseydi.
Hastalık en yoğun olarak, bu ülkenin
sistemini ayakta tutan “üç kurumda” görülüyor.
Orduda, yargıda ve medyada.
Bu kurumlardaki hastalığın sürmesine izin verdiğimiz sürece bu kurumlar “yıpranıyor”, eskiyor, içten içe dağılıyor ve sistemi taşıyamaz hale geliyor; böyle devam etmesi halinde sistem olduğu gibi tepemize çökecek ve yeni sistemi üzerine kurabileceğimiz “kolonların” en önemlileri elden gidecek.
Orduyu, yargıyı ve medyayı kurtarmamız gerek.
Kurtarabilmek için de hastalığı açıkça dile getirip, derhal tedavisini sağlamalıyız.
Ordunun hastalığı artık açıkça görülüyor.
Disiplinsiz, hukuk tanımıyor, içinde cuntalar fink atıyor ve bu cuntalar “askerî bir iktidarı” sürdürebilmek için gittikçe daha çok “çılgınlaşıp” çocukları öldürme planları yapıyor.
Ne yazık ki generallerimizin önemli bir kısmı bu gerçeklerin söylenmesini de, hataların düzeltilmesini de istemiyorlar.
Daha önce yapılanları bir kenara bırakıp sadece şu son “
Kafes” planına bakalım.
Korkunç bir plan ele geçmiş.
Planda “çocukları öldürmek için” müzeye “
bomba” konulması ve “Poyrazköy’de cephaneliğin gömülmesi” öngörülmüş.
Planı yapan askerlerin isimleri de o planda yazıyor.
Planda söz edilen “bomba” da, “cephanelik” de söylenen yerde bulunmuş.
Elimizde korkunç bir plan, o planı hazırladığı söylenen subayların isimleri, o planda sözü edilen bomba ve cephanelik var...
Bu şartlarda bir ordu ne yapar?
Yapacağı çok basit.
“Biz bu planı, planda adı geçenleri,
silahları araştırıyoruz, gerekenleri yapacağız” der ve gerçekten de gerekeni yapar.
O bombayı müzeye kimin koyduğunu, o cephaneliği kimin gömdüğünü bulur.
Peki, bizim ordu ne yapıyor?
Böyle bir plan yokmuş, bomba bulunmamış, cephanelik ortaya çıkmamış gibi davranmak istiyor ve bunları ortaya çıkaranları, bunları halka duyuranları suçluyor.
Dün
akşam yaptığı gibi bir açıklama yayınlayıp, “ortaya atılan iddiayı peşinen kabul edenler” olduğunu söylüyor.
Hangi peşinen?
Ortada orduya ait bombalar ve silahlar var.
Bence her şeyi “peşinen kabul edenlerden” değil, tam tersine “her şeyi peşinen reddedenlerden” bahsetmemiz gerekiyor.
Ordu yönetimi, ele geçirilen planları ve silahları “peşinen reddederse” sonunda bütün Silahlı Kuvvetler “suçun parçası” olacak, ordu bütünüyle cuntalaşacak.
O açıklamayı yapan
Genelkurmay bunu mu istiyor, ordu cuntalaşsın, oraya buraya silah gömüp, çocukları öldürme planları mı hazırlasın?
Böyle bir ordunun yıpranmaması mümkün mü?
Ordu, hastalığını saklamaya çalıştıkça daha çok hastalanıyor, daha çok yıpranıyor, daha çok halkın öfkesini çekiyor.
Ordu, Şemdinli’de yakalandı, Lahika’da yakalandı,
İrtica Eylem Planı’nda yakalandı, Kafes’te yakalandı.
Şemdinli’yi soruşturan savcıyı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun meslekten
ihraç etmesini bir genelkurmay başkanının sağladığını, o generalin ağzından duyduk.
Sadece bu tek olay bile orduyla yargının durumunu ve ilişkisini ortaya koyuyor.
Bu organizmalar hastalandı ama gene bu organizmaların içinde “iyileşmek” ve düzelmek isteyenler var, buna yardımcı olması gereken de bugüne kadar birçok gerçeği saklayan medya.
Bu ülkeyi ve kurumlarını yaşatmak istiyorsak gerçekleri söyleyeceğiz, hastalığı göstereceğiz, tedavisini anlatacağız ve yeni bir sistemi hastalıktan arınmış kurumlarla kuracağız.
Hastalığı söylemenin değil, saklamanın ciddi bir “suç” haline geldiği günlerden geçiyoruz.
Bu hastalığı saklamak için direnenler, çok ciddi bir suçun ortağı olmaya başladıklarını da görmek zorundalar.
Bunu söylemek, onlara yapılabilecek en dostça uyarıdır.